|
Sain Etienne Kilisesi |
|
reunion meydanı |
Alsas- Loren
bölgesinin 2. Büyük şehri olan Mulhouse’dayız.
Buraya Paris’ten yola çıkıp Besançon ve Dijon şehirlerini gördükten
sonra uğruyorum ve yaklaşık 1 haftamı bu şehirde geçiriyorum. Bu şehre Türkiye’den
direkt gelmek isteyenler İsviçre’nin Basel şehrine uçan uçaklara binmeli, Basel’den
Mulhouse’arım saatlik bir tren yolculuğuyla ulaşabilirler. Hem büyük hem
gelişmiş hem güzel ve bi açıdan sakin bir şehirdi. İlk gün yerleşip dinlendikten
sonra gezimize
Saint Etienne Protestan kilisesinden başlıyoruz. Zaten bu
kilise büyük bir meydanın ortasında bulunuyor(
Reunion). Karşısında
rengarenk Mulhouse evleri ve kafeler, solunda
City Hall meydanın
ortasında atlı karınca bulunuyor. Kilisenin içerisinde farklı dinleri tanıtan
resimler görüyoruz. Alsas-Loren tarih derslerinden hatırlayacağımız üzere
Fransa ve Almanya arasında sürekli el değiştirmiş bir bölge, en son Fransa’nın
elinde kalmış, bu yüzden biraz Fransız biraz Alman özellikleri taşıyor. Fransa’nın
eline geçmesi Fransa’nın laikliği kabul etmesinden sonra olduğu için dini
olarak farklı bir konumda bulunuyor. Dinler burada daha özgür ve emin olmamakla
beraber diğer bölgelerde kiliseler laiklik sebebiyle kendi yağında kavrulurken
sanırım bu bölgedekiler yardım alıyor. Başka ne tür yaptırımlar var açıkçası
bilmiyorum, çünkü tüm Fransız şehirlerinde Fransızlar hatta Türkler çocuklarını
Katolik okullarına gönderiyorlardı, eğitim daha iyi olduğu için. Ayrıca bu
bölgenin kendine has bir lehçesi var e kendilerine okunuşuyla Alsasyen diyorlar.
|
City Hall |
Diğer günlerde şehri yürüyerek keşfediyoruz, rengârenk evler
çıkıyor karşımıza bir de bu değişik heykel.
Bu şehirde en çok Cezayirlilerin işlettiği fast food
mekanlarına gidim tacos dediği aperatifi yedik. Meksika’daki tacosla aynı ad
ama şekil pek benzemiyor. Farklı soslarla pişirdikleri tavuğu lavaşa koyup
kızarmış patates, marul, turşu ve domatesle dörtgen şeklinde dürüm yapıp tost
makinesinde bastırıyorlardı. Oldukça lezzetli bir atıştırmalıktı, Fransa’da
kruvasandan sonra en çok bunu yedim diyebilirim. Mulhose bir müzeler şehri
deniliyor en önemlisi Mulhouse Araba müzesi, tekstil müzesi, City Hall Tarih
müzesi, zoological ve botanik park…
Colmar
Strasbourg gezimizden sonra trenle günü birlik birkaç
saatliğine Colmar’a uğruyoruz. Burası çok küçük ama bir o kadar da güzel bir
şehir. Gezme de izle izle dur… Gardan yürüyerek rengarenk tarihi evlerin
bulunduğu bölgeye geliyoruz. Her bir evi hayranlıkla izliyoruz, en beğendiğimiz
La Maison de Tetes dedikleri kurukafa figürlerinin bulunduğu ev oluyor. Burada
küçük trenimsi araçlarla tur yaptırılıyor bazı turistler onlara biniyor. Le
Petite Venise denilen küçük kanalın olduğu yeri de görüyoruz. Bir yerdne
sonra yoruluyor ve oturuyoruz arkadaşım o sırada bana “ Sanki bir kartpostalın
içinde gibiyiz” diyor. Hakikaten de sanki bir masal diyarında hissediyoruz.
Buradan sonra St. Martin Kilisesine gidiyoruz. Bartholdi müzesini de gezip yolumuza
devam ediyoruz. Bartholdi Amerikadaki özgürlük heykelini yapan kişi, bu şehirde
12 metrelik özgürlük anıtının bir kopyası bulunuyor. Sokaklarında kaybola
kaybola gezdikten sonra evimize dönüyoruz.
|
La Maison De Tetes |
|
Saint Martin Kilisesi |
Daha bol görsel için instagram sayfamızı takip edin:
seyahatkurtlari
Başka bir rotada görüşmek üzere…
Diğer Alsas yazımız için https://seyahatkurtlari.blogspot.com/2020/01/gecmis-zamandan-kopup-gelen-bir.html
Yorumlar
Yorum Gönder